Kategori: Edebiyat

  • Halide Nusret Zorlutuna

    Halide Nusret Zorlutuna

    ( 1901, İstanbul – 10 Haziran 1984, İstanbul )

    “Kadın Yazarların Annesi” unvanına sahip Halide Nusret Zorlutuna 1901 yılında İstanbul’da doğdu. Yıllarca sürgün ve zindan hayatı yaşamak zorunda bırakılan, II. Abdülhamid devri gazetecilerinden olan babası Mehmet Selim Beyi, çocukluğunda çok az görebildi. Yıllarca Anadolu’nun dört bir yanında öğretmenlik yaptı. Cumhuriyet dönemini tüm coşkusuyla ve Atatürk’ün ölümünden sonra başlayan çöküşü tüm hüznüyle yaşadı. Romanlar, şiirler, hikayeler yazdı. Okuyunuz, okutunuz. “Bir Devrin Romanı” adlı kitabından kısa bir alıntı;

    “Göğüsleri iman ve şefkat; kafaları bilgi dolu; on bínlerce yüz binlerce genç öğretmenin, ellerinde meşalelerle, Anadolu’nun en karanlık köşelerine dağıldıklarını görüyordum sanki. Yüreğim sevinçten çatlayacakmış gibi çarpıyordu ve yarım asır sonraki yani aşağı yukarı şu içinde bulunduğumuz yıllardaki Türkiye’yi hayal ediyordum. Her köşesi memur, her ferdi okur-yazar, rahat, mutlu, tam anlamı ile medeni Türkiye! “O kadar yaşayıp o günleri görür müyüm acaba?” diye heyecanlanırdım! Bugün böyle bir Türkiye içinde mi yaşıyoruz? Maalesef hayır. Bununla beraber asla umutsuz değilim; evlatlarımız, olmazsa, torunlarımız; inşallah, hayalimdeki Türkiye’yi o manen ve maddeten kalkınmış güçlü, tok ve mutlu Türkiye’yi mutlaka kuracaklardır.”

    Halide Nusret, 1924’teki hatıralarını, neredeyse 50 yıl sonra, geçmişe sitemkâr ama geleceğe umutla baktığı 1973’te yazdı. 2021 yılındaki vatanının halinden mezarındaki kemikleri sızlıyordur.

    Alıntı: ”Bir Devrin Romanı”, Halide Nusret Zorlutuna, Panama Yayıncılık, Birinci Baskı: Ekim 2018, 212. Sayfa

  • Alexandra David-Néel

    Alexandra David-Néel

    Senem’imle sahaf dolaşmayı çok severiz. Kimi zaman not aldığımız bir kitabı ararız, kimi zaman da birbirimize “rastgele” deyip rafların arasına dalarız. İşte böyle bir günde gözüme bir kitap çarptı; “Yaşam Boşluğa Çizilmiş Bir Resimdir”. Nabzımın hızlandığını hissettim. Arka kapakta şunlar yazıyordu; 

    “Yaşam Boşluğa Çizilmiş Bir Resimdir 20. yy’ın bu büyük gezgininden basit ama ustaca işlenmiş kurgusuyla etkileyici bir romandır.

    Ustasını tapınakta ölü bulunca onun katilini aramak ve çalınan firuzeyi geri almak için Tibet’in uçsuz bucaksız bozkırlarından, Kumbun Tapınağına, Batı Çin’e Dunhuang’daki Bin Buda Mağaraları’ndan Gobi Çölü’ne kadar tehlikeli bir yolculuk yapan Tibetli genç keşiş Münpa’nın öyküsü anlatılmaktadır bu romanda.

    Münpa’nın bu yolculuğu ustasının katilini ararken kendi ruhsal uyanış yolculuğuna dönüşüyor. Öyle bir yolculuk ki bu, artık hiç birşey eskisi gibi olmuyor.”

    Büyük bir heyecan ile bu müthiş kitabı o günün gecesi okudum. Belçikalı-Fransız Budist, opera sanatçısı ve yazar Alexandra David-Néel, opera kariyerini bir yana bırakarak, Tibet’te 14 yıl olmak üzere toplamda ömrünün 40 yılını budist bir gezgin keşiş olarak geçirdi. Bhutan’da sürgünde yaşarken Dalai Lama ile tanıştı.  Bunu yapan ilk Batılı kadındı.

    Zamanın acımasız çöplüğünde yavaş yavaş kaybolan mistik bir dünyada yaşadı. 8 Eylül 1969’da, 101’inci yaşını doldurmasına bir ay kala yaşamının resmi bitti. Boşluğa çizdiği hayatı ve yazdıkları, özünü arayan, ne pahasına olursa olsun doğru bildiği hayatı yaşama cesaretini gösteren gezginlere rehberlik etmeye devam ediyor. 

    ”Yaşam Boşluğa Çizilmiş Bir Resimdir”, Alexandra David-Neel, Okyanus Yayıncılık, 1. Basım, 2001
  • Raflara Dizilmiş Kitaplar…

    Raflara Dizilmiş Kitaplar…

    Çok azının saf bir merakla ama çoğunun okumamayı ve bilme korkusunu meşru kılma adına sorduğu aşağıdaki soruya, pek çok kitapsever insan gibi biz de maruz kaldık Senem’le. Hiç kimse, büyük bir kütüphaneye ( göreceli bir kavram ) sahip ya da okumayı seven birisine ilk aklına gelen bu talihsiz soruyu sormamalı… Aşağıdaki alıntı, Umberto Eco ile aynı dertten muzdarip kitapseverler için;

    “Ziyaretçi içeri girer ve ‘Ne çok kitap var! Hepsini okudunuz mu?’ diye sorar. Önceleri, bu soruyu yalnızca kitaplarla pek haşır neşir olmayan, beş tane ucuz gerilim romanı ve çocuklar için taksitle alınan bir ansiklopedi barındıran birkaç kitap rafı görmeye alışkın insanların sorduğunu düşünürdüm. Ancak deneyimlerim bana gösterdi ki aynı sözleri kuşku dışı kalan insanlar bile dile getirebilmektedir. Bunların, bir kitap rafını okunmuş kitapların depolandığı bir yer olarak gören ve kitaplığın bir çalışma aracı olduğunu düşünmeyen insanlar olduğunu söyleyebilirim. Ama iş burada bitmiyor. Şuna inanıyorum ki, karşısında bunca kitabı dizilmiş gören kim olursa olsun, okuma kaygısına kapılır ve acılarını ve pişmanlığını dile getiren soruyu sormadan edemez.”

    (“Somon Balığıyla Yolculuk”, Umberto Eco, Can Yayınları, Ağustos 2016, 108. Sayfa)
  • Enver Gökçe

    Enver Gökçe

    “Türkiye yaşanmaz oldu!
    Gel gör halimiz yaman!
    Haramiler, bezirganlar elinden
    Aman, el aman!”

    Şiirlerini ne zaman okusam gözlerim dolar, yüreğim sızlar. Aydınlık, özgürlük uğruna büyük acılar çekmiş güzel insanlardan biri Enver Gökçe. Çok sevdiği Nazım Hikmet’in “Yaşamaya Dair” şiirinde onun gibi niceleri için yazdığı gibi;

    “Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
    Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken”…

    Bugün, ölümünün üzerinden 42 yıl geçti. Nurlar içinde uyusun…

    Pablo Neruda şiirlerini Türkçeye ilk çeviren ve Nazım Hikmet hayranı olmasına rağmen, tamamen kendine özgü tarzıyla yazdığı şiirlerinden kısa bir alıntı;

    “Türkiye yaşanmaz oldu!
    Gel gör halimiz yaman!
    Haramiler, bezirganlar elinden
    Aman, el aman!”

    Ankara 1947
    “Bütün Şiirleri”, Enver Gökçe, Evrensel Basım Yayın, Üçüncü Basım, Kasım 2012, 81. Sayfa

    “Sanatçıyı sosyal problemlerin, halk hayatının, sosyal davaların dışında görenler, menfaatleri icabı, rahata alışık olanlardır, sosyal ge­lişmenin hızlandırılmasından korkanlardır, taşlaşmış, yosun tutmuş değerleri muhafaza etmek isteyenlerdir, hastalıklı melankoliklerdir.”

    “Bütün Şiirleri”, Enver Gökçe, Evrensel Basım Yayın, Üçüncü Basım, Kasım 2012, 21. Sayfa

    Kendi adıma birşeyler yazmak isterdim ama büyük usta Aziz Nesin’in “Birlikte Yaşadıklarım Birlikte Öldüklerim” kitabında Enver Gökçe için yazdığı satırlar duygu dolu ve çok ama çok manidar;

    “Son yirmi yıldır Enver Gökçe olgusu, içimde inceden sızılı bir duygu olarak sürer. Devrimci kuşakdaşlarının bir simgesi gibi gelir bana. Çok acı çekmiş, çok ezilmiş, dayanılmaz acılara bağırıp çağırmadan, yalvarıp inlemeden sessizce ama onurla dayanmış, gencecik yaşındaki sınırsız tutkularını büyük özveriyle, toplumcu savaşımın utkusu umuduna bağlamış, göremeyeceği, yaşayamayacağı, tadamayacağı ama gerçekleşeceğine kesinlikle inandığı güzel günlerin sarsılmaz iyimserliğine yaşamını adamış devrimci kuşağın simgesi… O kuşağın pekçok değeri gibi, değerbilmez bir toplumda, köksüz ve geleneksiz kentligiller (burjuvalar) elinde yolkeçesi diye kullanılmış ipekli bir seccade… İşte benim için Enver Gökçe… Vakıf – Çatalca, 14 Mayıs 1980”

    Aziz Nesin
    Nesin Yayınevi, 12. Basım, Ekim 2019, 101. Sayfa
  • Sâdık Hidâyet

    Sâdık Hidâyet

    “Kararımı verdim. Yaşamaktan duyulan tiksinti bizi boğana kadar bu bok kataraktı içinde mücadele edilmelidir.”

    Fransız polisi, 1951 yılının Nisan ayında, Paris’te bir apartman dairesinde, gazdan zehirlenerek ölmüş bir insan buldu. Ölen kişinin, bugün İran’ın büyük edebi karakteri ve ilk modernist yazarı olan Sâdık Hidâyet olduğu teşhis edildi. Hidâyet dairesinin kapasını kilitleyip, gazı açarak intahar etmişti. Hayatta olduğu müddetçe çok az kişi onu ciddiye aldı ve neredeyse hiç kimse değerini anlayamadı. Uzun süre Paris’te yaşadıktan sonra Tahran’a döndüğünde Hidayet, bir katip ve başarısız bir memur olarak fakir bir yaşam sürerken yazmaya devam etti. Yaşadığı baskılar ve toplumun yozlaşması onu bunalıma sürükledi ve yeniden Paris’e gitmek zorunda kaldı. 48 yaşındayken hayatına son verdi. Oysa kısa süre önce bir arkadaşına gönderdiği mektupta şöyle yazmıştı; “Kararımı verdim. Yaşamaktan duyulan tiksinti bizi boğana kadar bu bok kataraktı içinde mücadele edilmelidir.”

    Her ne kadar “Kör Baykuş” baş yapıtı olarak anılsa da, benim için “Hacı Aga” adlı kısa romanı mutlaka okunması gereken en etkileyici eseridir. Kitapta yazılanlar size hiç yabancı gelmeyecek, yaşadığınız dönem ve toplumdan bir çok ortak nokta bulacaksınız.
    Doğumunun 120. yılında, Sâdık Hidâyet’i saygı ve hayranlıkla anıyorum.

    “Hacı Aga” ‘dan kısa bir alıntı;

    “Devletin kendisi hırsız; milleti çarpıyor. Nankörlüğü de cabası. Bir avuç aç, aciz yoksula millet demişler! Acıyan kim? Niçin her şeyi sadece tüccardan bekliyorlar? Ordumuz ordu, maliyemiz maliye mi sanki? Maarifimiz, adliyemiz adam gibi mi? Al birini, vur ötekine. Deveye sormuşlar “Niye boynun eğri?” “Nerem doğru ki!” demiş… Bu insanlar yıllardır aynı yalanları yutuyorlar. İşin matrak tarafı, kendilerini dünyanın en akıllı insanları sanıyorlar… Biz sahteciliği, hırsızlığı, üçkağıtçılığı akıl ile karıştırıyoruz. Hangi sanat, hangi ilim?”

    “Hacı Aga”, Sâdık Hidâyet, Yapı Kredi Yayınları, 3. Baskı: İstanbul, Nisan 2013, 74. Sayfa
  • Panait Istrati

    Panait Istrati

    “Ya! Demek sözüm canınızı sıktı. Bu çok doğal, ama işte gerçek dostluğun en büyük eksiği de budur. Büyük bir ressam olduğunuzu söylememi tercih edersiniz. Evet, sizde bir sanatçı mizacı var; ama resimlerinizi görmeden söyleyebilirim ki onlarda mutlu ve belki de yetenekli bir çocuğun gevezeliklerinden başka bir şey yoktur. Dünyadaki sanatçıların onda dokuzu ve belki daha fazlası aynı durumdadır: Güneşte uçan sinekten çok daha az duygulanırsınız, kolayca güler, kolayca ağlarsınız, çabucak mutlu, çabucak mutsuz olursunuz, hemen kalkıp resim yapar, heykel yontar, besteler yapar, yazı yazarsınız… İşte sanat diye de buna diyorlar! Ama yetenekli olmak, iyi bir kalp taşımak ve hatta bir asi olmak büyük bir şey ifade etmez…”

    “Arkadaş”, Panait Istrati, Varlık Yayınları, On Beşinci Basım, 2006, 120. Sayfa

    “Hani bazen düşünüyorum da Tanrı insanı, sırf hayvanların ne kadar dürüst ve nazik olduklarını ispat etmek için yeryüzüne getirmiş olmalı diyorum.”

    “Arkadaş”, Panait Istrati, Varlık Yayınları, On Beşinci Basım, 2006, 126. Sayfa
  • Nikolay Gavriloviç Çernişevski

    Nikolay Gavriloviç Çernişevski

    “Biliyorum, sizin kitaplarınızda böyle yaşanmaz diyor; böyle yaşanmayacağına göre de, hayata yeni bir düzen vermek gerekir, diyor. Madem öyle, madem şimdiki düzende yaşanmaz diye buyuruyorlar, neden kendileri yeni, yaşanası bir düzen kurmuyorlar peki? Kitaplarınızda nasıl bir yeni düzenden söz edildiğini de biliyorum ben… İyi bir düzen olacak bu. Gelgelelim ne sen ne ben görebiliriz o iyi düzeni. Neden dersen halkımız insanı çileden çıkartacak kadar ahmak, bön. Bu halkla mı kurulacak o iyi düzen! Eski düzende eskisi gibi yaşayıp gideceğiz. Sen de böyle yaşa. Nasıl bir düzen bu eski düzen? Sizin kitaplarınızda yazdığı gibi tam: Uyanık ol, vermeden al, soy, yağmala.”

    “Nasıl Yapmalı?”, Kor Kitap, Dördüncü Basım Kasım 2023, 43. Sayfa